11 Eylül 2013

Yanlış Arkadaş Tercihleri

Bir aydır koruduğum sükunetimi bu gece bozmaya karar verdim. Bir bir günleri sayarken tatilin de yavaştan sonuna yaklaşıyoruz. Derslerin başlamasına tamı tamına 11 gün var ve ben kendimi hiç hazır hissetmiyorum. Daha çok "motive olmuş" mu dersiniz, yoksa "hevesli" mi adı her ne ise, işte ondan hissetmiyorum.

E bu da doğal olarak bolca düşünmek için zaman tanıyor. Birkaç gündür ortaokuldan ve liseden beri edindiğim iyisiyle kötüsüyle arkadaşlarımı düşünüyorum, yaptığım hataları ve yanlış tercihleri düşünüyorum ki aynı hataları üniversite ve sonrası hayatımda tekrarlamayayım.

Bunları düşünürken ise trajikomik bir şekilde elde edindiğim tüm yanlış arkadaşlıklarımı, gelişmeleri ve sonuçlarını aktarmaya karar verdim. Tabi her yazımda olduğu gibi bu defa da isimler gerçeğinden saptırılacak.

İlk yanlış tercihim, erken olmasına rağmen belki de en yanlış tercihim sekizinci sınıfa başladığım yeni okulumda başıma geldi. Okulun ilk günü ilk adımını attığım bir hataydı. Tek bir boş sıra vardı, e haliyle Hilal'in yanına oturmaktan başka çarem yoktu.

Gel zaman git zaman sınıftaki üç beş kişinin uyarılarına kulak asmadım. Söylediklerine göre para, küçük eşyalar falan çalıyormuş ve defalarca yakalanmasına rağmen hep özür diliyormuş. Şimdi o sözlere bakıyorum, bir de tanıştığım Hilal'e bakıyorum, hiç inandırıcı gelmiyor. Tamam lüks içinde yaşamıyorlardı, belli başlı sıkıntılar içerisindelerdi ama "Hilal"in hırsızlık yapmış olma olasılığı hiç mi hiç mümkün gelmiyordu. Ta ki benim başıma gelene kadar.

Bir öğle vakti sınıfta ikimiz oturuyoruz. Ben önceki günden bayağı uykuluyum, sıraya başımı dayamışım. Hilal'in masumane bir isteğiyle kantine gidip su aldım. Sınıfa döndüğümde bu tam kapıdan çıkmak üzereymiş. "Acilen gitmem lazım, kardeşim çağırdı. Öğleden sonraki derse geleceğim" filan derken arada kayboldu gitti. Tahmin edeceğiniz üzere öğleden sonra da gelmedi.

O gün okuldan çıkarken bir de fark ettim ki telefonum çantamda yok. O kadar karıştırıp kurcaladım, kitapların arasına kadar baktım telefonun t'si kalmamış. Tabi ne olduğunu tahmin etmem çok uzun sürmedi.

Ertesi gün onu yakaladığımda açıkça itiraf etmesini istedim. İtiraf ederse olayı uzatmayacağımı söyledim ama inkar edip ağlamaya başladı. Bir yandan kuşkuluyum, acaba haksızlık mı ediyorum diye ama diğer yandan çalmışsa itiraf ettirmenin tek mümkün yanı baskı kurmaktı. En son kısmen blöf katarak yer tespitiyle baban hapislerde çürür eğer çalmışsan. Söylemen senin yararına olur, filan fistan konuştum. En sonunda itiraf etti, teyzemi aramak için almıştım (yav he he) yarın getireceğim falan dedi. Söylediği üzere bir sonraki gün getirdi ama (o zamanlar liraya geçilmemişti, kontör vardı) yeni yüklettiğim 100 kontörümü de sonuna kadar sömürmüştü.

İkincisi aslında pek hata olarak nitelendiremeyeceğim bir arkadaşlıktı. Yani o kadar da şikayetçi olduğum bir durum değildi ama hiç tanışmasaydım benim için daha iyi olurdu muhtemelen.

Arda'yla üçüncü sınıf başlarken tanıştım. Kısa sürede bayağı iyi anlaşmaya başladık, hatta taşındıklarında bizim eve çok yakın bir yerde kiraya girmişlerdi. Kaldı ki bütün problemler bundan sonra başladı. Artık okul dışında da görüşmeye başladığım Arda, beni neredeyse her akşam bir yerlere götürüyordu. Aslında amacı ona göz kulak olacak birine ihtiyaç duyuyor olması. Çünkü gittiği yerlerde suyunu kaçırarak içiyor ve kendini kontrol edemiyor. Bir de o halde eve gitseydi ailesiyle ciddi sıkıntılar yaşardı, ailesi harçlığına el bile koyabilirdi. Tabii evi bize yakın olunca ve ailesi de beni tanıyor olunca bize geldiğinde hiç sıkıntı olmuyordu. Hafta içi çok gecikmeden dönerdik çünkü ertesi gün okul olurdu ancak Cuma ve Cumartesi günleri asla söz dinlemezdi. Gittiği yerlerde birinci şişeyle başlar, saat iki buçuk, üç, bazen sabahı bulduğumuz da oluyordu. Gözünün önünü bile görmüyor, ne mümkün yürümesi. Bir taksi çağırıp bize götürürdüm genelde. Dayımın yatağına yatırırdım sonra da kafamı dinlerdim kendi odamda. 

Birkaç ay böyle bir döngü takip etti. İşin memnun olduğum tarafı, hayatım çok sıkıcı sayılmazdı. Neredeyse her akşam bir yerlere gidiyordum (her ne kadar ben içiyor olmasam da hayatıma sosyallik katabiliyordum), bir de birine göz kulak olmanın verdiği sorumluluğu benimsemek nedendir bilinmez beni mutlu ediyordu. Bu konudaki ilk pürüz, dayımın Arda'yla görüşmeme müdahale etmesiyle başladı. Arda'ya güvenmediğini ve başımın tehlikeye gireceğini söyleyip duruyordu. Ben kendimi kontrol edebildiğim için kendime güvenerek Arda'yla görüşmeye devam ettim tabi. 

Arda'yla uzun süredir görüşmüyorum çünkü babasının tayininin çıkmasıyla artık aynı şehirde değiliz. Ancak Arda'yla olan arkadaşlığımın nasıl son bulduğu da büyük bir olay. Hatta şu anda bile etkileri devam ediyor diyebilirim. Ancak yazma kotamı doldurduğum şu dakikalarda tek bir kelime bile yazmak istemiyorum. Arda'yla 2012 Mayıs'ta başıma gelenleri başlı başına bir konu olarak daha sonra yazmayı düşünüyorum.

Özetle çıkarmamız gereken sonuç şu ki, arkadaş seçimlerinizi doğru yapın ki üzülen taraf olmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder