14 Ağustos 2013

Ağustos'un En Renkli Mekanı: Okul Bahçesi

“Geçtiğimiz iki ay boyunca 'lise mezunu' vasfıyla yaşıyorduk. Mezun olduktan sonra, üstelik yaz tatilinde ve üstelik en sıcak zamanlarında, burnumuzun ucunda Marmaris, Gökova ve hatta Bodrum dururken, ne halt etmeye okula geliyoruz?!”
Benim penceremden bakıldığında, bu sıcakta yapılabilecek en mantık dışı davranış okula gidip bir de hiç haz etmediğim bir futbol turnuvasını izlemek. Hayatında istisnai sayılı birkaç durum dışında hiç futbol oynamamış bir insandan yılın en sıcak zamanı, üstünde bir gölgelik bile olmayan çölvari bir yere çağırarak maçta tezahürat yapmasını istemek, akıllara gelebilecek ultimate düzeyde büyük bir cesaret. Sonuç olarak üstte lanse edilen soruya yanıt hiç gecikmeden geldi.
“Mehmet'i, Esen'i kim destekleyecek?”
Saçma sınıf arkadaşlarım yıl boyunca diğer sınıflarla anlaşarak yazın kullanılmayan verimsiz futbol sahasını değerlendirmek sıfatıyla kendi arasında turnuva yapıyorlar. İlk yıl sınıfımızın edindiği sonunculuğun sonrasında ikinci yıl kimse gönüllü olmadı. Üçüncü sınıfta, sınıfın köklü oranda kadrosunun değişmesiyle turnuvalara geri dönen ekibimiz, üçüncülüğe yükseldi. Bu yıl ise sahalara veda etmek üzere son defa kendini sergiliyor.

Futbol ekibi bundan memnunken işin çilesini çekmek tezahürat tutması üzerine tutulan bizlere kalıyor. Ama onların sıcakta futbol oynama olayı, bizim tezahürat tutma olayımızdan daha mantıksız. O yüzden onları üstelemiyorum. Ama tezahüratçılar olarak benim, Uğur'la ve Uğur'un evcil hayvanı vasfındaki Yiğit'le yanyana olmam, içinde bulunduğum işkencevari durumu üçe katlıyordu.

Uğur ve Yiğit'ten söz etmek gerekirse, özünde birbirinin tamamen zıttı iki kişidir kendileri. Uğur şakacı, komik, esprili, ortamlarda sevilen renkli bir kişiliktir. Bir kafeye oturmaya gitseniz, bardağın içindeki buzdan bile milyon tane anlam çıkararak sizi gülmekten kırıp geçirebilecek bir potansiyele sahiptir. Yiğit ise Uğur'u kafanızda canlandırdığınızda kafanızda canlanacak karakterin tam zıttı. Çirkin kompleksi yüzünden rahat konuşamayan, kendini ifade edemeyen ama tek eksi yönünün bu olmadığı (her ne kadar "çirkinlik" durumunu bir eksi olarak görmesem de) biridir. Çünkü muhabbet kapasitesi kendi içinde fazlasıyla kısıtlıdır. Liste yapmak gerekirse,

- Karı kıza laf atma
- Hocalara küfretme

Her ne kadar Uğur'un neden Yiğit'le arkadaş olduğunu anlamıyor olsam da, Yiğit'in sürekli hakaret etmeden, sürekli tartışma ortamı yaratmadan iyi geçinebildiği tek kişi Uğur olduğu için Yiğit'in Uğur'la neden arkadaş olduğunu fazlasıyla anlayabiliyorum.

Günün sonunda, okuldan ayrılırken aklımdan geçirdiğim tek şey, hayatımın kalan 30 yılı boyunca Uğur'u ve Yiğit'i en azından yanyana bir daha görmek istemediğim ve milyonda bir oranda ilgimi çekmeyen futbol turnuvalarına Ağustos'un en sıcak zamanında katılmanın bir daha tekrarlanmayacağından emin olmaktan başka bir şey değildi. 

10 Ağustos 2013

İkinci Kişi Olmak - Tilki Maskesi

Bi insanın başına gelebilecek, egosunu ya da özgüvenini yerlere alacak türden bir şey olsagerek ikinci kişi olmak.  Hele bir de sizi ikinci kişi yapanın üzerinizde az da olsa bir emeği, bir çabası ve size kattığı şeyler varsa, o kişinin ihanetini görmek sizi yerden yere vurur. Daha kötüsü de hala ona olan bağlılığınızı hissediyor olmanız, hala ondan kopabilecek, bağımsızlığınızı ilan edebilecek kıvamda olmuyor oluşunuz. İşte bunlar insanı yiyip bitirebilecek mümkünata, potansiyele sahip şeylerdir.

Durum değerlendirmesi... Şüphesiz eksik taşları fark etmeye yarayan en önemli faktör, durum değerlendirmesi yapmaktır. Önce kendinizi düşünürsünüz, yaptıklarınızı ve yapmadıklarınızı, karşı tarafın beklentilerini. Eğer elinizden geleni yaptıysanız ve kendinizde bir hata bulmuyorsanız sorunun kaynağı bellidir, karşı tarafın elinizde olmayan şeyler üzerinde kurduğu hayaller, edindiği beklentiler.


Çok uzun ve çok eski bir geçmişimiz yok, bunu reddedemem. Ama geçirdiğimiz kısa-vari zaman boyunca yaptıklarımız azımsanacak ya da hiçe sayılacak türden şeyler değil, kesinlikle değil. Birbirimiz hakkında hiç kafamızda soru işareti kalmasın, teması üzerine bir yerde yemek yedik, sohbet ettik. Kendisi o kadar ileri gitti ki, eski ilişkilerinden bile bahsetti. Görmedim, e zaten kör olmaktan bahsetmiyor muyuz? 

Çok zaman geçmeden ikimizin de niyet ettiği aşamaları geçtik, mutluluğumuzu kendi çerçevemiz dahiliyetinde yaşadık yaşayabildiğimiz kadar. İki buçuk hafta aynı ofiste çalıştık, öğle aralarında gizli kaçamaklar yaptık, sakarlığım sebebiyetiyle başına açtığım dertler yüzünden defalarca hastanede sabahladık, son zamanlarda yaşadığım tüm aksiliklerin üstüste binmesi ve artık patlama noktasına gelmiş olduğum bir akşam vakti "Senin günde üç doz bana ihtiyacın var" diye mesaj atıp bir hafta benimle kalması ve daha aklıma gelmeyen niceleri... Bunların hiç birini unutamam çünkü bunları unutursam kendime olan saygımı yitirmiş olurum. 

Benim her ne kadar kendime ve onunla sahip olduğum ortak anılara saygım olsa da, onun bu noktada kendisi için benimsediği bir şey olmamış olacak ki daha iyi alternatiflerini değerlendirmekten çekinmemiş. Tüm bunların üzerine, ikinci kişi olarak ilişkinin sonuna yaklaşılmış biçimde enkazdan kalkıp ayakta durmaya çalışan bir insan hayal edin. Milyonlarca yıldır her derdi çözen zaman, buna da el atacak, zamanla.

7 Ağustos 2013

Çocukluğumun Kirli Detaylarından

İyi eğlenceler çocuklar.

Bugün size güzel haberlerimle geldim. Neredeyse bir yıl aradan sonra tekrar blog yazmaya başladığım haberinin yerini hangi güzel haber tutabilir ki?

Dönüşümün şerefine küçük bir itiraf yapmak istedim. Hümanist, eşitlikçi, toplumda sınıflaşmalara sonuna kadar karşı durmuş ve bunun için yürüyüşlere katılmış olan benim aslında küçüklüğümde nasıl çirkef, nasıl bencil, nasıl düşüncesiz biri olduğumu öğrenmenizin zamanı geldi.

İsim vermek istemiyorum, o yüzden olayı anlatırken kullandığım isimler sonuna kadar feyk. Üçüncü sınıftayken dönemin ortasında sınıfımıza yeni bir çocuk gelmişti. Sınıfta sıra sayısı ne eksik ne de fazlayken sınıfın kısa boylularından benimle Ece'nin yanına oturulması istenen arkadaşımız Cihan'la birlikte üç kişi bir sırada geçinmeye çalıştık.

Bir süre sonra Cihan arkadaşımın tuhaflıkları olduğunu anlamaya başladım. Kendiyle ilgili pek bi haltlar bilmiyoduk. Zaten çok konuşan bi tip de değildi. Bi şeyler sakladığı aşikârdı. Ama aramız iyiydi. Sıra arkadaşım olması vasfıyla aramızda bir iletişim söz konusuydu. Bi gün bu beni evlerine davet etti. Otururuz konuşuruz falan diye konuşurken sözleştik bi gün gidelim dedik.

O gün bu arkadaşımızın evine gittiğimde anladım ki aslında bu arkadaşımın hepimizden sakladığı sırrı fakir olmalarıydı. Ben hiç renk vermedim tabi, gayet güzel bi kaç saat geçirdikten sonra bana verilen sürenin dolmasıyla evime doğru yol almaya karar verdim.

Aradan bi kaç hafta geçmişti. Benim de birinci sınıftan beri en yakın arkadaşım Murat'tı. Bu geçen sürecin sonunda Cihan, Murat'la yakınlaşmaya başladı. Ben küçükken çok pis kıskanç bi insandım, öyle böyle değil. Bi de nazım vardı ki hiç sormayın. Neyse efendim, Cihan'ın Murat'ı benden almaya çalıştığını düşününce ben Cihan'a düşman kesildim. Saniyesi ile aramızdaki iletişimi kopardım, tripler bilmem neler derken aramızda uçurum oldu.

Bizim okulun yan tarafında bi ana okulu vardı. Ana okulunun bahçesinde de bi kreş vardı. Biz de her öğle arası bir buçuk saatlik aralarda bu kreşe giderdik. Bi gün bu da geldiğinde Murat'la arama giren Cihan'ı bizden soğutmak suretiyle fakir olduğunu söyledim. Masum arkadaşım Cihan da hayır biz fakir değiliz diyerek inkar etmeye başladı tabi. Sonra bu buradan bi yardırdı, sınıfta, tenefüslerde benim yüzümden çocuğun adı fakire çıktı. Şu anda nasıl pişmanım hiç tarif edemem. Bu "fakir" arkadaşımla dördüncü sınıfta aramızdaki gerginliği anlatmam içten bile değil. Zaten konuşkan olmayan, çekingen, arkadaşsız bi çocuktu, bi arkadaş edinmek istedi benim yüzümden dışlanan biri oldu. Tabi çirkef, olaydaki kötü karakter olan ben her fırsatta ezmeye çalışıyodum. Ama neden? Onu bizden soğutuyodum ki Murat benle takılsın, onu istemesin.

Dördüncü sınıfın sonunda şehir dışına taşınmamız gerekçesiyle okuldan ayrıldım. Ondan sonra uzunca bi süre Milas'taki arkadaşlarımla görüşmedim. Tabi 2005 yılından bahsediyoruz, bilgisayarım var da internetim yok.

Yıllar sonra, ben liseye ilk başladığım senelerde Cihan beni feysbukta bulmuş eklemiş. O zaman epey konuştuk ama geçmişe mazi olurmuş ya hani o saçma sapan tavırlarımdan hareketlerimden hiç bahsetmedik. Bu arada benim hümanizmi benimsemem ve kafa yapımın bugünkü haline gelmesi lisenin birinci ve ikinci yılları süresince oldu. 

Cihan'la da konuştuk işte bayağı iyi geldi onla konuşmak. O da beşinci sınıftan sonra mı altıncı sınıftan sonra mı ne Sivas'a taşınmışlar. Artık neden taşındınız demedim ama kardeşinin feysbukunu karıştırıyodum annesi biriyle evlenmiş galiba. Çünkü ben Milas'tayken babası yoktu, onu da evlerine gittiğim gün fark etmiştim.

Artık ne zaman bu Cihan'a yaptığım anlamsız, bencilce eziyetleri hatırlasam çocuğun gelişim döneminde ona hasar vermiş miyimdir diye bir üzülürüm, bir pişman olurum. Keşke fırsatım olsa da o yaptığım şeyleri geri alabilsem, keşke fırsatım olsa da dokuz yaşındaki halime bugünkü düşüncelerimi yansıtabilsem, keşke fırsatım olsa da o halime bu yazıyı o zaman okutmuş olabilsem. Keşkeler birbirini kovalar ama geçmiş geçmiştir, asla değişmez.

Önemli olan hata yapmamak değildir, çünkü hatasız insan olmaz. Ama bundan ders çıkarmayıp yaşamımıza şekil vermezsek daha çok hata yapmaya devam ederiz ve ne kadar geç fark edersek verdiğimiz hasar o kadar kötü olur.

Zaman ayırdığınız için teşekürler genşler.